KUR AN A, NEBİYE İNANMA VE HAYATA TAŞIMA ÇABASI

KUR AN A, NEBİYE İNANMA VE HAYATA TAŞIMA ÇABASI

KUR’AN’A, NEBİYE İNANMA VE HAYATA TAŞIMA ÇABASI Bir çocuk doğdu Mekke’de. Adını Muhammed koydular. Babası Abdullah o doğmadan öldü. Yetim Muhammed, annesi Âmine ve dedesi Abdülmuttalib’in himayesinde büyürken Altı yaşında annesini, Sekiz yaşında dedesini kaybetti. Sonraları Amcası Ebutâlib’in yanında kaldı. Öksüz ve Yetim Muhammed doğduğu ve büyüdüğü kentten o vakte kadar hiç ayrılmamış, herkesin gözü önünde büyümüştü. Okula gitmedi, kimseden dilbilgisi, edebiyat, tarih, hukuk, sosyoloji, pedagoji gibi dersleri almadı. Çevresinde bulunan Yahudi ve Hristiyanlarla, onların dinleriyle ve kültürleriyle hiç ilgilenmedi. Herkesçe gayet akıllı, dürüst, ahlaklı, çalışkan, güvenilir bir delikanlı olarak tanınırdı… Yirmi beş yaşlarında şehrin zengin dul bir hanımı Hatice ile evlendi. Ne hikmet ki, erkek çocukları yaşamadı. Bu süre içinde, zamanını ticaretle geçirdi. 35/40 yaşları arasında içinde bulunduğu toplumun sorunlarından iyiden iyiye rahatsız olmaya başladı. Uykularını kaçırırcasına düşünüyor, “ne olacak bu toplumun hali” diyordu. Hıra Mağarasında bulunduğu bir sırada, “mükemmel dilbilgisi kurallarına uygun, edebiyatçıları şaşkına çevirecek derecede edebî, içerisinde en üst seviyeden hukuk, tarih, felsefe ve sosyoloji bilgi ve ilkeleri olan, tüm toplumları aydınlatmaya, mutlu etmeye yönelik, hiç çelişkisi, tutarsızlığı bulunmayan sözler” söylemeye başladı. Herkes şaşırdı kaldı. Kimliğine kişiliğine güvenen birkaç inanan bu hale inansa da, çoğunluk inanmadı, yalanladı, arkasında yerli ve yabancı güçlerin olduğunu söylediler. Bunun nasıl olduğunu kendisi de açıklayamıyordu. Sadece “Bunlar bana vahyediliyor, bir anda bilmediğim bir güç tarafından beynime kazınıyor, ben de dile getiriyorum” diyordu. Derken Muhammedi gözetim altına aldılar. Aylarca, senelerce kontrol altında tuttular. Ama Muhammed’in arkasında bunları kendisine öğretebilecek yerli ve yabancı kimseyi görmediler. Zaten Nebinin söylediği sözleri o çağda, o yörede hiçbir insan söyleyemezdi. “Din” dilinde vahye muhatap olmuş kişilere “Resul (Elçi), Nebî (peygamber)” deniliyordu. Hz. Muhammed tamda bu sıfatlara sahip bir kişiydi. Muhammedin kendisine vahyolunan o mucize bilgilerin adı, Kur’an’dı. Bu Kur’an incelenmeden, Kur’an’ın Hak kitap olduğu bilinmeden,  Muhammed’in geçmişi, kimliği, kişiliği ve Kur’an’ı tebliğ aşamaları araştırılmadan ne Kur’an’a ne de Muhammed’in peygamberliğine inanmak mümkün olmazdı… Dolayısıyla hiç kimse, vahye muhatap olmadan önceki özelliklere sahip bir Muhammed’in, Kur’an gibi, içinde evrensel birçok bilgiyi bulunduran ve sosyal yaşam hakkında tartışmaya meydan vermeyecek pek çok ilke içeren bir kitabı kendiliğinden ortaya koyması imkânsızdı. Misal verecek olursak o yıllarda köle edinmenin “insanlık suçu”  olduğunu söylemek ancak Kur’an’a yakışan bir üsluptu. Dahası Kur’an’daki diğer öğütler üzerinden 14 asır geçmesine rağmen “modası geçmiş” nitelemesi yapılamamıştır. Yapanlar bulunmuş olanlar da, ahlâken malul olanlardır. Nebi Muhammed; öğrettiklerinin karşılığında herhangi bir ücret talep etmemiş, bu konularda da baskıcı, dayatmacı, musaytır olmamış, üstelik kendi tertemiz özvarlığını davası ve insanlık uğruna harcamıştır. Sonuç olarak, Kur’an iyi incelenip anlaşıldığında görülecektir ki; bu kitap ancak Tek Yaratıcı Allah tarafından gönderilmiş ve Muhammet, bu mükemmel kitabı insanlığa tebliği ile görevlendirilmiş bir elçisidir. Gelin hep beraber bu kitabı, bu Nebiyi, bu Ümmeti, bu insanlığı ve bu ülkeyi aklın, bilimin, gönlümüzün merkezine koyalım, onlara sonuna kadar sahip çıkalım! Gelin hep beraber gökyüzüne bakalım, milyarlarca yıldır her gün doğan ama asla bıktırmayan güneşi anlamaya çalışalım! Çünkü güneş hiçbir nebatı, dağı, taşı ve insanı ayırmadan hepsini ısıtıyor. Bulutta su varsa eğer, bulut size yok demiyor! Onlardan ibret çıkaralım… Gelin hep beraber ezberleri bozalım! Çünkü derdimiz büyük… Bu ezberler ancak ve ancak sivri akıllarla bozuluyor! Resuller bu kabilden insanlardır. Çünkü ezber bozmak, geçmişlerin ve günümüzün en büyük problemidir. Müslümanlar olarak bizim şöyle bir derdimiz var. ‘Biz’, biz olmak istemiyoruz. “Biz” kardeş olmak, birbirimizi sevmek, birbirimizle paylaşmak, çokluk içinde birlik olmak, Kur’an’da ifadesini bulan “Müşrik ve Kâfir” tehditlerinden kurtulmak istemiyoruz! Şimdi Kur’an’ı ve Nebiyi hayata taşıma çabası bizlere geçmiştir. Ey rabbimiz! Gücümüzü toplamamıza, zaafımızı gidermemize, mü’min olarak ölmemize, Vatan, Bayrak, Din ve Devlet için direnmemize yardım et! Müslümanların zulüm karsında sessiz kalışlarını çığlığa döndür! Müslümanlara Ölüm, açlık korkusu verme, yüreklerini cesarete doldur! Ümmet suskun, kocamış, kurumuş ve Müslümanları Yeri/Göğü inletecek sesten mahrum bırakma!.. Saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların, türlü zaaf ve acizlik içinde olanlardan eyleme! Kimse yok mu, Allah için Ümmetin gözyaşlarını silecek? Müslümanları katil, teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Küfre teslim olmadan şerefiyle öleceklerin safında haşreyle! Allah’ım! Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı ancak Sana şikâyet ediyorum. Allah’ım! Bizi kime bırakıyorsun? Her ne kadar gücümüz dağılsa da, birliğimiz bozulsa da, yollarımız ayrılsa da; Sen Rab’sın. Sevgi ve merhameti sonsuz olansın!.. Bu satırlar okuyuculara doğrudan hitaptır: Bakın İslam Ülkelerinde en çok satılan ve en çok satın alınan ama hiç kullanılmayan şeyin din olduğunu biliyorsun. Biz de biliyoruz ki bu alış verişle uğraşanlar problemlidir, hastalıklıdır, şizofrendir. Bugün bu problemlerin faturasını ödediğimizi biliyorum… Bugün binlerce yıl önceki kafayla yaşamaya çalışıyoruz. Hiç kiralık kapitalle Kapitalizm, kiralık felsefe ile bağımsızlık olur mu? Biliyor musunuz en zor iş, çağdışı insan malzemesi ile çağdaş işler yapmaya kalkışmaktır. Şuna dikkat edin, Batıdaki dini mezhepler teolojiktir, bizdekiler ise siyasaldır. Bizde teoloji meşrulaştırmak için arkadan gelir. Şeyhlik kavramı beş bin yıl önceki totemizm kavramının insana dönüşmüş halidir. Bu toplumda bir tane filozof yok. Bunu dert eden kimse yok. Aklı evvel insanların evliyadır diye peşinden koşup “benim halim ne olacak?” diye soranlarımızın hadi hesabı yok! Batılıları sömürgeci diye eleştiriyoruz da, içeride; Şeyhlerin sömürmüyor olmasını görmüyoruz! Bilimin, tarihin ve sosyal bilimlerin bir felsefesi vardır. O nedenle bir Felsefe Üniversitesi açılmalıdır. Buna Teoloji Felsefesi dâhildir. Kur’an’ın bütünsel bir çalışmasını yapmadığımız sürece yani Kur’an’ın hedefi nedir, karakteri nedir sorusuna cevap bulamadığımız sürece, 1400 sene öncesinde kalırız. Aklınızın mevcut çapını genişletmeden mevcudun dışına çıkamayız. Mahmut AKYOL