KİBİR, HASET VE HIRS EN BÜYÜK KÖTÜLÜKTÜR!

KİBİR, HASET VE HIRS EN BÜYÜK KÖTÜLÜKTÜR!

KİBİR, HASET VE HIRS EN BÜYÜK KÖTÜLÜKTÜR!

logo5 KİBİR, HASET VE HIRS EN BÜYÜK KÖTÜLÜKTÜR! Kibir, haset ve hırsı kişiye aile ortamında verilmeye başlar. “Şu okulu kazanman, bu kadar biriktirmen, en yükseğe çıkman gerekir, yoksa başarısız olursun” gibi söylemler aşılandıkça, kişi doyumsuz hale gelir. O anan itibaren mutsuzluk başlar… Daha sonra toplum içine kodlarıyla (gen) oynanmış, doyumsuz ve mutsuz bireyler, vahşi Kapitalizmin yarış atları olurlar. İslam, müntesiplerini başarılı olmaya zorlamaz. “İlla devlet kuracaksın, dünyayı ele geçireceksin, herkese Müslüman ol” demez! Ama İslam, insanı (Müslüman’ı) haksızlığa ve zulme karşı “tavır ve duruş göstermesini” ister. Zaten İslam’ı böyle anlamak icap eder. Mesela Hz. Muhammed, haksızlığa ve zulme karşı “tavır ve duruş göster, mazlumun elinden tut, adaleti ayağa kaldır” diye gönderildi… Diğer peygamberler de aynı görevi ifa etmek için geldiler… Allah dünya sorunlarının düzeltmeleri için, kullarından tıpkı peygamberler gibi tavır ve duruş göstermelerini istemiştir.  Yani kul yaptığı müddetçe, Allah yaratacağını ve yapacağını söylemiştir. Kul haksızlığa, zulme ve zalime karşı samimi şekilde durdukça, Allah kulunu terk etmeyeceğini, yanında olacağını söylemiştir. Hak ve adalet için dünya sahnesine çıkan insanlar sayı itibariyle az olabilir, önemli olan haksızlık ve zulüm karşısında tavır koymaktır. Küfür karşısında Allah’a inanmış ve Allah’a güvenmiş olanların kemiyetlerine değil, keyfiyetleri önemlidir..! Lakin haksızlık ve zulüm karşısında tavır koymayanlar, beni ilgilendirmez diyeler ağır bedeller öderler… Düşüncem odur ki yeryüzünün asıl sorunu, mülk konusundaki adaletsizliktir. Mülkiyet nasıl ortaya çıkmıştır, önce ona bakmakta yarar vardır. Bunun kaynağını konuşmazsak, servetin hukuk ve adaletle olan ilişkisini tam anlayamayız. İnancım odur ki, insanların elinde dolaşan servetin kökeninde “zorlama” vardır. İnsanlar önce tek bir ümmetti. Yeryüzünde Allah’ın mülkü sere serpe duruyordu. Sonra insanlar Allah’ın mülkünün sağına soluna sınır çizdiler, çitle çevirdiler. Burası benim demeye başladılar. Bu kendiliğinden değil, “zor” kullanarak oldu. Duruma itiraz edenler dediler ki: “Hayır, tek başına sizin değil, biz de yararlanacağız.” Denilmesi üzerine zor kullanıldı, kılıçlar çekildi, Allah’ın mülküne zorla sahip olundu. Daha sonra mülk sahibi olduğunu iddia edenler, bunun etrafına görevliler tayin ettiler. Önce bekçi yerleştirdiler. Buna ordu dediler. Sonra, o alanların hesabını tutacak görevliler belirlediler. Buna da devlet dediler. Böylece devlet, ordu kuruldu, sınırlar çizildi. Hukuk denilen erkte malı/mülkü koruyan kanunlar oldu. Servetle hukuk arasında böyle bir ilişki vardır. Dolayısıyla işin kökenine inildiğinde görülür ki, servet dağılımındaki asıl mesele adaletsizliktir… Birinde fazla, diğerinde hiç olmamasının asıl kaynağı adaletsizliktir… Biri açken, diğerinin tok olmasının aslı adaletsizliktir… Hz. Ömer der ki “Adalet, iktidarların ve servetin temelidir.” İslam’ın insanlığa vermek istediği devlet ve adalet mesajı budur. Serveti ve iktidarı (mülk) adilce dağıtmak asıldır. Bu değerlerin bir kişi veya grubun elinde devamlı olması ve hanedanlığa dönüşmesi, toplumda telafisi imkânsız yaralar açar. Hiçbir savaş yoktur ki mülk (toprak), servet ve iktidar için yapılmış olmasın! Tarihin tozlu sayfalarında bunları bulabilirsiniz! Burada sizlere başka bir şey anlatacağım. Şeytanın (kötülüğün) beslendiği kaynaklardan, insana ve topluma verdiği üç büyük günahın zararlarından, bunların olduğu ve yaşandığı yerlerin cehennem olduğundan kısaca anlatmaya çalışacağım…
  • KİBİR
Şeytan bununla Âdem’i aşağılamıştır. Çamurdan yaratıldın diye Şeytan kibir göstermiş, bir şeyi öbürüyle kıyaslayarak “sen kim oluyorsun?” demiştir. İnsan da diğer her şeye böyle dediği ve böyle baktığı için kibir sahibi olmuştur. İnsana bir iktidara ve mülke sahip olursan,  yıkılmaz olacaksın diye vesvese içine sokmuştur. İnsan da sonuna kadar her şeyi toplama, topladıklarıyla da büyüklenmeye yani şeytanlaştıkça kötülük abidesi olmuştur. Ona da buna da sahip olayım diyerek, imtihan dünyasında sınıfta kalmıştır…
  • HASET
Şeytan Âdem’de var olan özellikleri kıskanmıştır. İlk örneği de Kabil Habil’i kıskanmıştır. Habil haset, kıskançlık ve mülkiyet sebebiyle öldürülmüştür. Önce Kabil bir yere sahip oldu ve “burası benim” dedi. Habil de “hayır senin değil, herkesin” dedi. Bunun üzerine Kabil Habil’i öldürdü. Biz genellikle fakirin zenginin malına haset duyduğunu zannederiz. Hâlbuki durum tam tersidir. Gerçek olan, zenginin biriktirdikçe, diğerlerin elindekine göz dikmesidir. Haset insanın “her şey bende olsun, herkes benim kölem olsun, her şeyin tek sahibi ben olayım” demesidir. Bu ihtiras sonucu ateşin odunu yaktığı gibi insanı yakacak, yine sınıfta kalacaktır.
  • HIRS
Görünen o ki insan, kışkırtılmış hırsın önünde canavarlaşacak, doksan dokuz koyuna sahip olsa bile, diğerinin elindeki bir koyunu da almak isteyecektir! İşte bu Şeytani değerlerin yaşandığı yerlerde, adaletin hâkim olmadığı mekânlarda Cennet kokusu olmayacaktır! İnsanlar için cennet, aynı zamanda dünya idealidir… Cennetin bu dünyaya dönük yüzü insan için “görev”, öteki dünyaya yönelik yüzü de “itikad” dır! Dünya Cenneti şöyle algılanmalıdır: Cennet önce evlerde kurulur. Oradan da hayata taşınır. Mahalleye ve arkadaş topluluğuna, ardından şehre, ülkeye, nihayetinde dünyaya yayılır. Bu, Allah’ın kuluna gösterdiği bir yoldur. Siz buna cennet diyebilirsiniz. İnsanın yaşadığı kadardır cenneti… Yani insan istidadını nereye kadar taşırsa,  vazifesini o kadar yapmış olur. Yani Cennet hayatı, insani ve İslami bir takım değerleri hayata taşımaktır. Bunların başında, “iyilik, güzellik, doğruluk, sevgi, merhamet, kardeşlik, paylaşım, adalet ve eşitlik” gelir. Yazı yazmaya başladığım günden beri, hep bu kavramlar üzerinde dönüp durmuşumdur. Allah bu yola yönelecek herkesi şereflendirsin inşaAllah… Görüşüm odur ki, bu değerlerin yaşandığı ve hayat bulduğu her yer cennetten bir parçadır… Aksi halde bu değerler mum ışığıyla aranır ki, bu yerde de cehennemin pis kokuları yükselir… O halde:
  • İnsan ihtiyacından fazla mülkiyetle ilişki kurmamalı, “bu benim” dememeli, dünyasını cehenneme çevirip ahiretini yıkmamalı..!
  • İnsan zihniyetini bozmamalı, hegemonya (kibir, haset, hırs) batağına sürüklenmemeli..!
  • Allah’a inanmak, esas itibariyle güvenmektir. Güvenini kaybetmemeli..!
  • Dervişlik taslamak saraylarda oturmakla olmaz, unutmamalı..!
  • Kur’an’da Âdem kıssasında, Habil/Kabil kıssasında anlatılanlar budur..!
  • Çünkü Şeytan, kötülük, vesvese Âdem’i mülkiyet stoklamakla yöneltmiş, yenilmez bir güç sahip olduğunda ebedi olacağını fısıldamıştır..!
  • Kabil’in Habil’i öldürme zemininde yatan gerçek, bu sahip olma duygusu olmuştur..!
  • Hâlbuki yağmur yağacak, nebat bitecek, güller açacak ve Allah kulunun rızkınızı yaratacaktır. Allah sözünden dönmez, bunu vaat eden Allah’dır..!
  • O halde gelin Allah’a güvenelim, güvenelim, güvenelim…
Selam ve dua ile, Mahmut AKYOL