CENNET VE CEHENNEM EHLİ KİMLERDİR?

CENNET VE CEHENNEM EHLİ KİMLERDİR?

CENNET VE CEHENNEM EHLİ KİMLERDİR? Yine Ülkemin başına tebelleş olmuş “Yapay” gündemler dışında kalarak insanların, gerçek olacağına inandığım meselesi üzerinde bir iki söz söylemek istiyorum… Bir kere kabul edilmeli ki insanlar, iktidar meselesini fazla abartıyor. Eğer “öldürmeyi, çalmayı, yalan söylemeyi, zina yapmayı ve aldatmayı” sonlandıracak, Eğer “adaleti, emaneti, ehliyeti, meşvereti ve maslahatı” teşekkül ettirecek bir iktidar kurulamıyorsa, işin içinde olanlar en büyük vebali ve günahı işliyorlar demektir! Bu cümleden hareketle şunlar denilebilir… Allah, kuluna iki şekilde hidayet yolu göstermiştir.
  • Vicdan (akıl)
  • Resulünün haberi (vahiy)
Bu iki yol sonucu insanda, din teşekkül eder veya etmez! Din, dünyada insanların istikametlerini düzenlemek için vardır. Din, ibadet (iş, oluş, ahlak) ve muamelattan (kullar arası hukuk, ilişkiler) de*n ibarettir. İşte bu görüşe dayalı olarak “CENNET ve CEHENNEM” gerçekleri üzerinde durmaya çalışacağım. “Yaşayan Kur’an” açısından bakıldığına görülecektir ki, ahirette (son gün) ölüler diriltilecek, herkes mahşer (hesap ve mizan) yerinde toplanacak, akabinde ruhlar ya cennete ya da cehenneme gidecektir. İslam’ın temel inancı budur. Aslında bütün dinlerde cennet ve cehennem inancı vardır. Mesela:
  • Yahudilikte cennet, Tanrı’nın İsrail Oğullarının “içinden bal ve süt akan vaat edilmiş topraklara” kavuşması, cehennem ise tanrının onları itaatsizlikleri sonucu “işgal, kıyım, deprem” vs. ile cezalandırmasıdır. Bu konuda Yahudiler der ki, “Eğer ahirette bir cehennem azabı olacaksa bu bizim için sayılı birkaç günden ibaret olacaktır. Çünkü Rab Yahova dünyada olduğu gibi ahirette de bizi koruyacaktır.“
  • Hristiyanlıkta cennet “İsa’nın dünya ya dönüşü”, cehennem de “İsa’nın yokluğunda insanlığın çektiği azap” lardır. Diğer bir ifadeyle Hristiyanlar için cehennem “zulümle dolmuş dünya”, cennet de “adalet, barış ve esenlikle dolu dünyadır(!)…”
  • İslam’da cennet ve cehennem bize hiçte yabancı olmayan, dünyada bildiğimiz tasvirlerle anlatılmıştır. Mesela, altından ırmaklar akan evler, bardaklar, kadehler, mis gibi içecekler, fışkıran pınarlar, yaslanılan sedirler, yastıkları ve göz aydınlığı eşler vs. ile Cennet, Cehennem de yükselen alevler, nar gibi kızarmış ateşler, gürül gürül yanan yakıtı insanlar ve taşlar olan ateş çukurları, yüzleri katran karası mücrimler vs. ile anlatılır…
İslam’da denilir ki, “Cennet ve Cehennem” insanların kendi elleriyle yaptıklarının bir sonucudur. Kim dünyayı zulümle doldurursa cehennemde bir köşk, kim de dünyayı adalet, barış ve esenlik yurduna çevirirse, cennette bir köşk yapmış olur. Mahşer Günü insana yaptıklarını karşılığı ne bir eksik, ne bir fazla verilmez, kimseye iltimas yapılmaz. Görüldüğü gibi İslam Cennet ve Cehennem inancına Yahudilik ve Hristiyanlıkta olduğu gibi değil, Kur’an’da ifade edilen şekliyle bakar. “Bu sizin kendi eserinizdir. Allah kullarına asla haksızlık etmez.” (3/182). Kur’an’ın ilk indiğinde Mekke’yi sarsan, “şok” iddiası şudur:
  • Ölüler dirilecek!” (haşr),
  • İnsanlar yaptıklarının hesabını vermek üzere Allah’ın huzurunda toplanacak!” (mahşer),
  • Akabinde Cennete veya Cehenneme girecek!”
İnsanoğlunun dikkati buraya çekilmek istenir. Yani her Allah’ın günü insan/mahlûk bir taraftan doğuyor, bir taraftan ölüyor, bir taraftan cenazede ağlıyor, diğer taraftan düğün evinde gülüyor. Hayat bir saat, hatta “hemen/ şimdi”… Ölüm, “ansızın” geliyor… O yüzden insan; ister korku ve titreme içinde, ister tüm anını Cennet bahçelerinden bir bahçe, isterse Cehennem çukurlarından bir çukur yaparak yaşasın..! “Yaşatan da öldüren de, ağlatan da güldüren de, isteklerden arındıran da mülk sahibi kılan da, (sadece) bir sperm damlasından, erkeği ve dişiyi çift olarak yaratan, sonra yeniden yaratacak olan da O’dur” (Necm; 43-48). Demek ki, sabahın öğleye, öğlenin akşama, gecenin gündüze, kışın yaza, bugünün yarına, yarının ertesi güne, ayın ertesi aya, yılın ertesi yıla, yaşamın ölüme, sıhhatin hastalığa, ağlamanın gülmeye, gülmenin ağlamaya, tarihin geleceğe akması gibi, insan ve dünya ahirete doğru devamlı şekilde akıp gidiyor..! Demek ki, her günün sonu var, ömrün sonu var, sağlığın sonu var, servetin sonu var, ağlamanın sonu var, gülmenin sonu var..! Demek ki, ahiretten haber vermek; Allah’ın insanlar üzerinde döndürdüğü günlerinde olup biteni “Elçileriyle” haber vermek buymuş… Allah’ın Elçilerinin “İNZÂR” dediği şeyler budur. Çağlar boyunca bu uyarı (inzâr), son güne kadar hiç değişmemiş/değişmeyecektir. Yani Allah Elçileriyle kullarına şu genel mesajı ulaştırmıştır: “Ey insanlar! Ölüm, afet ve kıyamet” ansızın gelmeden önce başınızın çaresine bakın!” Çağrı hiçbir ayrım yapılmaksızın tüm insanlığa yapılmıştır! Bu günlerden en haşmetlisi en sondaki (Ahiret) günüdür. Öyle ki son gündeki cennet ve cehennem dahi önceki günlerde kendi ellerimizle yaptıklarımızın karşılığıdır. Çünkü sonraki günün tohumu önceki günün içindedir. Günler bu anlamda birbirinin içinden çıkar. Hayat tek, günler herkes için eşit… O halde; böbürlenmeye, şımarmaya, ye’se kapılmaya ne gerek var?! Bunlar Allah’ın günleridir, insanlar üzerinde dönüp duran ayetlerdir. Dünyayı “yaşayan cennete” çevirmek için çalışmadan, Ahirette vaat edilen cennete girilmez! Yani yeryüzünü yeşile çevirmek; barış, adalet, kardeşlik, paylaşım yurdu haline son güne kadar insanlık için bir hedeftir. Dünyada yaşasın diye dikilen son ağaç bile, cennete dikilmiş ağaçtır. Şu halde evini cennetten bir köşk yapanlara, mahallesinde, şehrinde, ülkesinde cennet esenliği, barışı, adaleti ve paylaşımı getirenlere, cennet rüzgârları estirenlere denilecektir ki: “İşte yaptıklarınızişte her şeyin bittiğini sandığınız bir anda karşınıza çıkan ödülünüz…” Evinde cehennem, mahallesinde pislik rüzgârları estirenlere, öksüzü ve yetimi hor görerek hiçe sayanlara, adam yerine koymayanlara, devleti yönetmek için insanların başına bela olanlara, halkına cehennem hayatı yaşatanlara, kan, fesat, işgal, kıyım ve savaşlarla yeryüzünü ateşe verenlere, insanlara acı çektirenlere, son güne kadar odun taşıyanlara da denilecek ki: “İşte eseriniz… Ömrünüz bunlarla geçti, başka ne bekliyordunuzHer şeyin bittiğini sandığınız bir anda karşınıza çıkan ödülünüz…” İnkârcılar bu tür uyarılara aldırış etmedikleri için dediler ki: “Kim, çürüyüp toz olmuş kemiklere hayat verebilir?” (36/78 ) İnkârcılar bunları söyleye dursunlar, öyle ki şu görülen âlem bile dönüşüyor, ölüyor, yeniden diriliyor! Bu deveran hep böyle oluyor..! İşte Ahirete, Cennet ve Cehenneme iman budur! Yani Ahirete, Cennet ve Cehenneme iman/inanmak; Batıda olduğu gibi “varlığa hapsolarak” veya doğuda olduğu gibi “varlıktan koparak” olmuyor. Yani Ahirete, Cennet ve Cehenneme iman/inanmak; “varlık içinde ve ona itibar etmeyerek” oluyor. Yani mevcudu kabullenerek, bundan daha iyisi olamaz, kaderimiz budur diyerek değil, değiştirecek iradeye sahip olduğunun şuuruyla oluyor. Çünkü herkesin kaderi kendi boynuna asılmıştır! Mahmut AKYOL