Kalbî Hastalıklar ve Kalbi Manen Besleyen Davranışlar

Kalbî Hastalıklar ve Kalbi Manen Besleyen Davranışlar

  Kalbî Hastalıklar ve Kalbi Manen Besleyen Davranışlar Hayatımız kalbimize bağlıdır. Bütün uzuvlar ve organlar onun emri altındadır. Bütün fiil ve davranışlarımız yine kalbe bağlıdır. Nasıl ki, insanın fizyolojik bedeni bazen sıhhatli, bazen de hasta olur ise; kalbin de bazen sağlıklı, bazen de hasta olduğu durumları vardır.  Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "O gün, ne mal fayda verir ne de evlat; ancak Allah'a selim (sağlıklı) bir kalple gelenler başka." ( Şuara 88-89) Ve yine şöyle buyuruyor: "Hiç şüphesiz bunda, kalbi olan veya hazır bulunup kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır." (Kaf 38) Bir başka ayette ise Allah Teâlâ : "Kalplerinde hastalık vardır; Allah da hastalıklarını artırmıştır” buyurarak insanın fiziksel bedeni gibi, kalbinin de hastalıklı durumları olabileceğine işaret ediyor. Nasıl ki kalbi biyolojik olarak besleyen damarlar varsa, manen besleyen damarlar da vardır. Kalbe giden duygular insanın ruh yapısını ya iyileştirir ya da hasta eder. Öncelikle hastalıkların genel sebeplerinden söz etmek gerekirse; bazı hastalıklar genetik etkenlerden kaynaklanır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu tür hastalıklar maddî veya zihinsel kusurlar getirebilir. Allah, kullarını bir takım musibetlerle dener, ta ki samimî olan ile olmayan açıkça belli olsun.  Genetik hastalıklar, hem imtihan sebebidir hem de hayırlara vesile olabilecek bir durumdur. Kuran, bu hususta insanları uyarır: “Çirkin (olumsuz) gördüğünüz bir şey, belki sizin için hayırlıdır. Sevdiğiniz bir şeyde de belki sizin için şer vardır. (Hakikati) Allah bilir, siz bilemezsiniz” (Bakara 216). Dolayısıyla manevî boyutuyla hastalık, kişinin tutum ve davranışlarına göre hayrına vesile olabilir. Hastalıkların bir diğer sebebi yaşama biçimimizden kaynaklanır. Bilhassa dengesiz ve sağlıksız beslenme, düzensiz uyuma, tembellik ve hareketsiz kalma, kimyasal ve zehirli çevreye maruz kalma gibi durumlar karşısında insanın biyolojisi bozulur ve organları hastalanır. Hastalık gelmeden, sağlığın kıymetini bilmeliyiz. Çünkü hastalık gelmeden sıhhatin değerini bilmek, gelecek hastalıklara karşı korunma tedbirleri almayı gerektirir. İnsanlar çoğu zaman hastalanacağını bile bile bazı zararlı alışkanlıklarından vazgeçmez. Hz. Peygamber buyuruyor ki: "İki nimet vardır ki, insanlardan çoğu bunlar hakkında aldanmışlardır. O nimetler, sağlık ve boş vakittir." Peygamberimizin bu öğütlerine uyarak sağlığımızı korumak üzerimize düşen görevlerimizdendir. Üçüncü hastalık sebebi ise; beyni ve düşünceyi, kalbi ve duyguları yönetme şeklinden kaynaklanır. İşte en önemli ve en yaygın manevî hastalık sebebi bu üçüncü sebeptir. Bedenimizi yanlış yönetmekle organlarımızı hasta ettiğimiz gibi, kalbimizi de yanlış duygu ve düşüncelerle harap ediyor, manen çürütüyoruz. Kalbimiz sadece göğüs kafesimizde yer alan bir et parçasından ibaret değil, aynı zamanda vicdanımızın, ilham ve sezgilerimizin, iman ve itaatimizin merkezidir. Nasıl ki görmek için ışığa, doymak için gıdaya, dinlenmek için uykuya, yaşam fonksiyonlarını sürdürmek için suya ihtiyacımız varsa, sükûnet duymak için de kalbimizin bir takım ihtiyaçları vardır. “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sükûnet bulur)." (Ra’d, 13/28) Maddi ve manevi nice rızıklara muhtaç aciz insanın ummanlardan geniş ve ulvi kalbi sadece Allah’a muhtaçtır. Şeref ve kıymet itibariyle kendisinden çok daha aşağı bir şeyi severse fani bir şeyi sevmiş olur. Bu geçici dünyalık sevgiler kalbi doyurmaz. Can sıkıntısı, depresyon, huzursuzluk, bunalım, stres , sabırsızlık, öfke nöbetleri dediğimiz şeyler hep bu doymayan kalbin açlık feryatlarıdır. Kibir, riya, haset, kin, öfke gibi duygularla beslenen bir kalbin temizliğinden söz etmek mümkün olmadığı gibi, böyle bir kalp çürümüş bir et gibi etrafına da kötü kokusunu yayar, çirkin duygularını saçar ve huzursuz eder. Şüphe ve cehalet de kalbi eleme sevk eder. Bir şey hakkında şüphe duymak bilgi zayıflığı ve tereddütten kaynaklanır. Ki bu da kalbe tam manada kanaat gelinceye kadar insana sıkıntı ve elem verir. Cehaletle can çekişen bu kalbin şifası Kuran’ı öğrenmektir, okumaktır, sormaktır, araştırmaktır. Kur'an gönüllerdeki manevi hastalıklara bir şifa, kalplerdeki şüphe ve arzulara da bir devadır.  Hem lafzi itibariyle hem de mana boyutuyla kalplere tesir eder, fıtratı bozulan kalbi tedavi eder. İnsan Kur’an ikliminde baharı yaşar. Kur’an’a sarılan kurtuluşu bulur. Kur’an hem evimize bir ışık hem de gönlümüze bir nur olur. Kalbimiz Kur’an’la imar olur. Zira Hz Peygamber (as.)"Hâfızasında ve Kalbinde Kur’an’dan hiçbir şey bulunmayan kişi harap olmuş bir ev gibidir” buyurarak Kur’an’dan uzan kalan gönüllerin harap oluşuna dikkat çeker. Kur’an’ı Kerim’de Rabbimiz şifayı ikiye ayırır. Nahl suresi 69. Ayette :  ‘’Rabbin bal arısına şöyle vahiy etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut. Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Elbette düşünen kimseler için bunda alacak ibret vardır’’ buyurarak bal arısının maddi hastalığın şifasına vesile olduğu ve böylece maddi hastalıkların şifasının aranılması gerektiği anlatılmaktadır.  Yunus Suresi 57. Ayette ise : ‘’Ey insanlar! İşte size, Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidayet ve rahmet geldi. ‘’ buyrulmuştur. Bütün insanlığa yapılmış olan bu hitap manevi şifaya işarettir. Kalp temizliği, Allah’a yakınlaşmamıza engel olan her şeyin kalbizimizden arındırılması anlamına gelir. Böylelikle dünya hırsından ve bencillikten uzak kalırız. Allah’tan başka varlıklara bağlanmaktan ve Allah’tan bağımsız bir sevgi duymaktan kurtuluruz. Bu yolda karşımıza çıkacak mal sevgisi, makam sevgisi, yabancı sevgiler ve günah gibi engelleri helalinden yiyerek, az uyuyarak, az konuşarak ve iyilerle dostluk kurarak aşabiliriz. Kalbimizi manevi hastalıklardan temizleyecek ve bizi doğru yola iletecek davranış biçimlerine Kur’an ve sünnet ışığında değinelim:
  • İYİLİK
Yüce Rabbimiz kullarından razı olduğu davranışları Kuran'da bildirmiştir. Bunlardan biri iyiliktir. İyilik, insanın fıtratına ve vicdanına uygun bir harekettir. Her iyilik vicdanı rahatlatır, kalbe huzur verir, ruhu sevindirir, vücuda manevi bir tat ve renk verir. İyilikle başlayan zincir iyilikle devam ederek halka halka genişler. Allah karşılık beklemeden yapılan iyilikleri zayi etmez. Allah İyilik Yapanları Sever Allah, imanlarından, Allah korkularından ve Kendisine duydukları sevgiden dolayı sürekli iyilik işleyenleri seveceğini ve onlara iyilikle karşılık vereceğini bir ayette şöyle bildirmektedir: "... Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir." (Nahl Suresi, 30)
  • SES TONU ve HİTAP
Bir insanın olumlu ve dengeli bir karakter yansıtmasında ses  tonu önemli bir yer tutar. Sesin olumlu ya da olumsuz yönde kullanılabilmesi tamamen kişinin sahip olduğu ahlakla doğru orantılı bir konudur. Allah’ın mümin kullarına bu konudaki tavsiyesi, Kuran’da Hz. Lokman’ın ağzından şöyle aktarılır: “… Sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir.” (Lokman Suresi, 19) Ayetteki örnekte bahsedildiği gibi, bağırarak konuşan bir insanın karşı tarafta oluşturduğu etkinin olumlu olması beklenemez. Yüksek bir sesle, bağırarak konuşmak hem yorucu, hem de rahatsızlık verici bir tavırdır. Yine Lokman suresinde Hz.Lokman’ın oğluna ‘’ Yavrucuğum… ‘’ hitabındaki incelik birlere bir örnektir. Sevimsiz lakaplar takmak, alaycı sözlerle seslenmek veyahut seslenilen kişiyi önemsizleştiren ‘’şşşt sen’’ ‘’öteki’’ ‘’gözlüklü’’ gibi ifadeler insanlar arasındaki muhabbeti zedeleyen niteliktedir. Nitekim umre yapmak için izin isteyen Hz. Ömer’e (r.a), Resul-i Ekrem (s.a.v): “Kardeşçik! Duanda bana da yer ayırır mısın?” buyurarak nasıl hitap edileceğinin en güzel örneğini göstermiştir.
  • TEMİZLİK ANLAYIŞI
Yiyeceklerimizin temizliğinden çevremizin temizliğine, giysilerimizin temizliğinde fiziksel temizliğimize kadar temizlik Allah’ın bir hükmüdür ve müminlerin ruhlarına ve yaratılışlarına en uygun olan davranış şeklidir. Cennete bulunan insanlardan söz eden ayetlerde onların “…sanki (her biri) ‘sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl” oldukları haber verilmiştir. (Tur Suresi, 24) Ayrıca cennette insanlar için “tertemiz eşler” bulunduğu da pek çok ayetle müjdelenmiştir. (Bakara Suresi, 25) Kuran’da yalnızca, müminlerin beden temizliğine değil, üzerlerine giydikleri kıyafetlerin de temiz olmasının gerekliliğine dikkat çekilmiştir. Ayette şöyle bildirilmektedir: Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp uzaklaş. (Müddessir Suresi, 4-5) Allah’ın Kuran’da müminler için bildirmiş olduğu birdiğer emir yiyeceklerin temizliğidir. Bu konuya dikkat çeken pek çok ayetten birkaçı şöyledir: Size rızık olarak verdiklerimizin temizinden yiyin (dedik)... (Bakara Suresi, 57) Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 168) Kendilerini ve giyimlerini temiz tutan müslümanlar, aynı şekilde yaşadıkları ortamların düzenine de son derece titizlik gösterirler. Kuran’da bu konuda verilen örneklerden birisi Hz. İbrahim ile ilgilidir. Allah Hz. İbrahim’e Kabe’yi, orada ibadet edecek olan müminler için temiz tutmasını emretmiştir: Hani Biz İbrahim’e Evin (Kabe’nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) “Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut. (Hac Suresi, 26)
  • HAREKET ETMEK ve SU İÇMEK
Kuran’da dikkat çekilen davranışlardan biri de, Hz. Eyüp’e gelen bir vahyi anlatan ayetlerde gizlidir: Kulumuz Eyyub’u da hatırla. Hani o: “Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azap dokundurdu” diye Rabbine seslenmişti. “Ayağını depret. İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su,” diye vahyettik). (Sad Suresi, 41-42) Hz. Eyüp’e şeytanın vermiş olduğu sıkıntı ve rahatsızlığa karşılık Allah’ın bildirdiği tavsiyelerden biri “ayağını depretmesi”dir. Ayette geçen bu ifade hareket etmenin faydalarına işaret ediyor olabilir. Bir hastalıktan soğuk su ile yıkanırken, biraz da o sudan içmekte sayısız faydalar söz konusudur. Bu faydalardan biri de; soğuk su cildimize dokununca kan içeriye doğru kaçar; biraz soğuk su içmek suretiyle onun dengesini sağlamak mümkün olur. Aynı şekilde Spor esnasında, özellikle bacak kasları gibi uzun kasların hareket ettirilmesi ile kan dolaşımı hızlanır, hücrelere giden oksijen miktarında artış olur. Bunun sonucunda kişinin üzerindeki bitkinlik yok olur, toksin maddelerin vücuttan atılmasıyla da kişi dinçleşir. Dinçleşen kişi manen de kendisini iyi hisseder. Suyun bir hayat kaynağı olduğunu gösteren ayet ise şöyledir : “O gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler, -hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri, zeytin ve nar çıkarırız: (Herbiri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı. Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir topluluk için (Allah’ın varlığını gösteren) ibretler vardır.” (En’âm 99) Su içmenin kişinin psikolojisi üzerindeki etkisini efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur : ‘’ Öfke şeytandandır ve şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateşi ancak su söndürür. Herhangi biriniz öfkelendiği zaman hemen abdest alsın.” Abdest alınamadığı durumlarda su içmenin de öfke üzerinde faydası olduğu gözlemlenmiştir. Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şerifinde ‘’ Sinirlenen, ayakta ise otursun. Öfkesi geçmezse yan yatsın’’ buyurarak hareket etmenin öfke üzerindeki etkisine işaret buyurmuştur.
  • ANNE BABAYA HÜRMET
Ana-babaya saygı Yüce Rabbimizin bir emridir. Bu sebeple onlara karşı iyi davranmamız bizlere dünya ve ahiret saadeti kazandırır. Onlara karşı sergilediğimiz kötü tutum ve davranışlar ise Yüce Rabbimizin rızasını kaybetmeye sebep olur. Böyle bir kimsenin dünyada ağız tadı kalmaz, kalbi kararır, maddi zenginlikleri artık ona huzur vermez. Kur’ân-ı Kerîm’de bir evlâdın anne ve babasına dua etmesini bildiren ayetler vardır. Şöyle ki :  “Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" diyerek dua et” ( İsra 24) Allah-u Teala anne ve babasına karşı güzel davranış sergileyen Yahya (a.s.)’dan  “Ana-babasına çok iyi davranırdı...” buyurarak onu Kur’an-ı Kerim’de övmüştür. Anne-babaya saygı ve hürmet göstermenin önemi Kuran’da bir diğer örneği Yusuf Suresi’nde vurgulanmıştır. Kardeşlerinin kendisini küçük yaşta iken bir kuyuya atması üzerine ailesinden uzun zaman ayrı kalan Hz. Yusuf, yıllarca zindanda kaldıktan sonra Allah’ın kendisine olan yardımı sayesinde, Mısır’ın hazinelerinin başına getirilmiştir. Ve bunun ardından da ailesini Mısır’a kendi yanına getirtmiştir. Yusuf peygamberin uzun bir aradan sonra anne ve babasıyla olan ilk karşılaşması Kuran’da şöyle anlatılır: Böylece onlar (gelip) Yusuf’un yanına girdikleri zaman, anne ve babasını bağrına bastı ve dedi ki: “Allah’ın dilemesiyle Mısır’a güvenlik içinde giriniz.” Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu... (Yusuf Suresi, 99-100) Ayette bildirildiği gibi Hz. Yusuf önemli bir makama sahip olduğu halde, anne ve babasına karşı son derece tevazulu bir tavır sergilemiştir. Onları kendisine ait olan tahta çıkartıp oturtarak da kendilerine duyduğu saygı ve sevgiyi ifade etmiştir. Hz. Yusuf bu tavırlarıyla hem kendi güzel ahlakını hem de annesine ve babası Hz. Yakup’a duyduğu saygı ve hürmeti göstermiştir.
  • VAKAR ve TEVAZU İLE YÜRÜMEK
Kibirli insanlar yürüyüş, konuşma ve bakış gibi hareketlerinde abartılı ve dikkat çekici tavırlara başvururlar. Allah, Kuran’da böbürlenerek yürümenin çirkin bir davranış olduğuna, Hz. Lokman’ın oğluna verdiği öğütleri anlatan ayetlerde dikkat çekmiştir: İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Lokman Suresi, 18) Bir başka ayette de müminler böbürlenerek yürümekten şöyle sakındırılırlar: Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (İsra Suresi, 37) Allah bu ayetleriyle büyüklük taslayıp böbürlenen insanları sevmediğini bildirmiş ve böyle bir tavırdan sakınmayı hatırlatmıştır. Unutmamak gerekir ki Şeytan’ın Allah’ın huzurundan kovulmasının nedeni, onun kibridir. Kendisinin, tüm diğer yaratılmış varlıklardan üstün olduğu iddiasında bulunmuştur. Bunu düşünen bir müminin ise, şeytanın taşıdığı kibri andıracak herhangi bir tavrı göstermesi mümkün değildir.
  • OLUMLU DÜŞÜNMEK
Olumlu düşünmenin hayatımızın üzerinde şüphesiz bir etkisi vardır. Güneşin Allah’ın izni ile suyu buharlaştırması ve buharlaşan suyun yağmur bulutu oluşturması ve yeniden yeryüzüne yağması gibi, her düşünce, söz, fiil ve davranışlar da adeta buhar olur ve üzerimize yeniden yağar. Bu sebepledir ki; olumlu düşünce olumlu davranışları meydana getirir. Ve yine bu sebepledir ki; beddua insanın kendisine isabet edebilir. Nahl suresi 128.ayette ‘’Hiç kuşkusuz Allah,sakınanlar ve güzel düşünüp,güzel iş yapanlarla beraberdir.’’ buyrulmaktadır. Güzel düşünmek, hayra yormak  ve güzelliklere yönelik işler yapmak insanı olgunlaştırır ve kalbin yumuşatır.
  • HÜSNÜ ZAN ve HOŞGÖRÜ SAHİBİ OLMAK
Zan, “sanmak, tahmin etmek” mânâsına gelir. Hüsn-i zan, iyiye de kötüye de yorumlanabilecek bir işe güzel yönünden bakmak demektir. Kuran-ı Kerimde ise bu konu şöyle geçer; “Ey mü’minler! Zannın bir çoğundan sakının Çünkü zannın bazısı günahtır” (Hucûrât, 49/12). Bu nedenle zan işin aslını bilmeden yorum yapmaktır Bağışlayıcı olmak ve hoş görmek Kuran’da bildirilen güzel ahlak özelliklerindendir. Kuran’da “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir.” (Şura Suresi, 43) ayetiyle affetmenin üstün bir ahlak özelliği olduğu haber verilmektedir. Böyle bir durumda müminler, karşılarındakine öfkelenmek yerine, “Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, müminlere yarar sağlar.” (Zariyat Suresi, 55) ayetinin hükmü gereği, hatayı yapana güzel ve nezaketli bir şekilde uyarıda bulunurlar. Bir başka ayette de Allah, “... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nur Suresi, 22) buyurmaktadır. Kuran’da, bağışlamanın önemi şu şekilde haber verilmiştir: “... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Teğabün Suresi, 14) Affetmenin sağlık üzerinde de olumlu etkileri gözlemlenmiştir. Uzun süreli devam eden öfkenin vücut içindeki zararı termostatı sıfırlar. Eğer insan kendisini düzenli olarak yüksek seviyede öfkeye alıştırırsa neyin normal olduğunu ayırt edemez. İnsanların bu öfke alışkanlığı sağlıklı düşünmeyi zorlaştırır. Bilindiği üzere, insan psikolojisi yaşam süresini ve kalitesini önemli bir biçimde etkiler. Bu husus ta stres ten uzak, neşeli ve huzurlu bir hayat sürmek için sabretmeyi, affetmeyi, öfkeden, hiddetten, kızgınlık ve küskünlükten kaçınmayı, endişeden uzak durmayı, olumlu düşünmeyi ve hoşgörülü olmayı öğrenmeliyiz.  Kalbimizden kibri, gururu, cimriliği, kıskançlığı arındırmalıyız.  Bunu yapabilmek için de sıkça ölümü hatırlamalı, ilim meclislerinde bulunmalı ve gece ibadeti yapmalıyız. Kalbimizin şefkat ve merhametle yumuşamasını, sevgi bağı ile birbirine bağlanmasını, Allah’ı anmakla huzur bulmasını, tövbeyle arınmasını ümit eder; Efendimizin (sav) sığındığı gibi Allah’tan korkmayan kalplerden Rabbimize sığınmayı, elinden dilinden ve kalbinden emin olunan kimseler olmayı niyaz ederim.