İLK VAHİY

İLK VAHİY

İLK VAHİY

 Sene milâdi 610. Kâinatın Efendisi kırk yaşında.
Yıllardan beri devam edegelen bir âdeti vardı Muhammed’in (as) . Her senenin Ramazan ayını Hirâ Dağının tepesindeki mağarada tefekkür ve ve duâ ile geçiriyordu. Çünkü burası sesiz ve sâkindi. Burada yalnız kalarak Tefekkür etmesi için en müsâit yerdi. Cemiyetin bozuk havasından sıkılan ruhu burada âdeta teneffüs ediyor ve huzur buluyordu. Ömrünün kırkıncı senesiydi ve her yıl olduğu gibi bu yılda Ramazan ayını aynı şekilde Hirâ’da ibadet’le geçirecekti. Hanımı Hatice’nin hazırladığı azığıyla Hirâ Dağına doğru ilerliyordu. Kâinat, o anda âdeta Muhammed’in attığı her adımı takib ediyor ve derin bir sükûnete gömülü duruyordu. Fakat, bu sükût ve sükûnet mânâsız değildi. Evet Muhammed, artık sesiz ve sâkin olan Hirâ Dağının tepesindeki mağaradaydı. Burada ibadetiyle, tâatıyla, duâ ve tefekkürüyle meşguldü. Fakat bu Ramazan farklıydı, Sanki Muhammed’i izleyen bir çift göz vardı. Ramazan ayının on altıncı günü geride kalmış ve on yedinci günü Pazartesi gecesi idi. Nur Dağı derin ve mânâlı bir sessizliğe bürünmüştü. O civarda her şey onunla birlikte sessiz ve sâkindi. Kimbilir konuşulacakları dinlemek, söylenenleri âdeta duyabilmek içindi… Belki de konuşacak olan ile dinleyecek olana belki de hürmet içindi… Gecenin yarısı geçmişti ve zaman seher vaktine yaklaşmıştı. Bülbüllerin ötmeye başladığı, güllerin bütün güzellikleriyle etrafa koku dağıttıkları ve Allah’ı zikredenlerin coşup sonsuz hazza eriştikleri o müstesnâ vakit! Ve O anı yaşayacak olan bir başka varlık! Vahiy meleği Cebrâil (a.s.) En güzel bir insan suretine bürünmüş. Mis gibi kokularla çevresine buram buram koku yayıyordu. Cebrâil (a.s.), son derece sevinçlidir. Çünkü, son Râsûl olan Peygamberler Peygamberi ile muhatap olacaktı. “Habibullah” ünvânına sahip “Sultan-ı Levlâk” ile konuşacak, Onunla yüzyüze gelecekti. Beklenen o an geldi. Vahiy meleği Cebrâil (a.s.) bu ıssız ve karanlık gecede, güzel bir insan suretinde, etrafa ışıl ışıl nûrlar saçarak göz kamaştırıcı bir aydınlıkla Kâinatın Efendisine göründü. Tatlı fakat gür bir sadâ ile hitap etti: “Oku!..” Kâinatın Efendisini hayret ve korku sardı. Yüreği ürperiyordu! “Ben okuma bilmem!..” diye cevap verdi. Hazret-i Cebrâil, kendilerini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra, tekrar, “Oku!..” diye seslendi. Fahr-i Kâinat aynı cevabı verdi: “Ben okuma bilmem!..” Hazret-i Cebrâil, ikinci kere Kâinatın Efendisini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra yine seslendi: “Oku!..” Bu sefer Fahr-i Kâinat: “Ben okuma bilmem, söyle ne okuyayım?..” dedi. Bunun üzerine melek, Allah’tan aldığı ve Resûlüne teslim etmeye geldiği Alâk Sûresinin ilk ayetlerini başından sonuna kadar okudu: “Yaratan Rabbinin ismiyle oku. O Rabbin ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı.  Oku. Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretendir.” Heyecan ve haşyetin son haddinde Kâinatın Efendisi bizzat konuştuğu lisanla nâzil olan âyetleri kelimesi kelimesine tekrar etti. Artık, inen âyetler Allah Resûlünün hem diline hem kalbine yerleşmişti. O andaki vazifesi sona eren Hazret-i Cebrâil de birden bire kayboluverdi.

 “Beni Örtünüz!”

İlâhî vahyin muhatabı olan Muhammed (as), heyecanla ve titreyerek mağaradan çıktı Mekke’ye doğru hareket etti. Evine varan Peygamber, mağarada yaşadığı olaydan dolayı adeta konuşamaz hale gelmişti. Kendisini merak içinde karşılayan vefakâr eşi Hatice-i Kübra’ya sadece, “Beni örtünüz, beni örtünüz!” diyebildi. Sâdık zevce Hatice, bu emri alınca, eşi’nin yüzündeki başkalığı sezmesine rağ­men, hiçbir şey sormadan Kainat’ın Efendi­sini şefkat ve hürmetle ya­tağına yatırdı ve üstünü örttü. Hira Mağarası’nda yalnızlık arayan Muhammed (as), şimdi de evinde ruh ve dü­şün­cele­riy­le başbaşaydı. Bir müddet sonra uyandı. Bir nebze olsun rahata ve sükûnete kavuştuk­ları belliydi. Eşi Hatice’ye başından geçenleri olduğu gibi anlattı ve ekledi: “Korkuyorum ey Hatice! Bana bir zararın gel­me­sinden korkuyorum!” Büyük bir vakarla Hatice; “Hiçbir korku ve endişe duymana sebep yok. Hiç üzülme; Allah senin gibi bir kulunu hiçbir zaman utandırmaz. Ben biliyorum ki sen sözün doğrusunu söylersin. Emanete riayet edersin. Akrabalarına yakın alâka gösterirsin. Kom­şularına nâzik ve müşfik davranır­sın. Fakirlere yardım elini uzatırsın. Garip­le­re evinin kapısını açıp onları misafir edersin. Uğradıkları felâket ve musibet­ler­de hal­ka yardım edersin! Ey Muhammed (as)! Sebat et! Vallahi, ben senin bu üm­me­tin peygamberi olacağını ümit ederim.”  Dedi.

A.Y. ERDOĞAN

Kaynak; İslamdabulusalim.com