Gaye-i Hayatın Kazandırdıkları

Gaye-i Hayatın Kazandırdıkları

Gaye-i hayat insanın yeryüzünde varoluşunu anlamlandırır. İnsanı boşluktan, başıboşluktan, değer kaybından kurtarır. Hayatı disipline eder. Her nefesin, her anın kıymetini bilmeyi, vakti değerlendirebilmeyi öğretir. İnsanın kendisiyle, eşya ile ve Rabbiyle ilişkisini düzene koyar. Kendinin ve varlığın değerli olduğunu kişiye hissettirir. Bütün amellerimizi belirleyen,davranışlarımızı anlamlı ve değerli kılan niyetlerimizdir. Hayatı “Hak merkezli”, halis niyetli, başka bir deyişle Allah’ın rıza ve hoşnutluğunu önceleyerek, insanlara ve tüm varlığa faydalı olmanın gayretiyle yaşamanın getirisi kalbimize huzur, ömrümüze bereket, ailemize saadet olarak yansıyacaktır. Buna karşılık gaye-i hayatta eksen kayması yaşayanların ve hayatın odağına “haz”zı koyanların içine düştüğü durumu ise Psikolog Gülşah Akçay Civriz şöyle tasvir etmektedir: “Allah’ı tanıma, sevme ve O’na kulluk etme çerçevesinin dışına çıkıldığında insan bir çukura/boşluğa düşmektedir. Yaşamını anlamlandıracak amaçlar bulmak durumundadır. Kimi felsefi yaklaşımlarda, bireysel mutluluk esastır ve mutluluğa giden yol acıdan kaçıp hazza yaklaşmaktır. Batı medeniyeti bu amaca ulaşmak için tüketimi hayatın merkezine koyuyor. İnsanın varoluşu yatay düzlemde gerçekleşiyor. Tüketim üretmenin, haz elde etmek de tüketimin amacı oluyor. Zamanla bu döngü nefsani duyguların ate- şinin yanmasına, insanın öfke ve kaygı çukurlarına düşmesine yol açıyor. Kişi bu çukurdan çıkabilmek için bağımlılıklara yöneliyor ve sonuçta kendini tüketme sınırına geliyor. Bütün bunlar “Kaliforniya sendromu” denen bir patolojik durum ortaya çıkarıyor. Müreffeh bir hayat, benmerkezcilik, enaniyet, kendini beğenme sonunda varılan nokta yalnızlık ve süre giden mutsuzluk oluyor. Aklın kör ışığının altında, gönül nurunu kaybeden insan gittikçe karanlıklara gömülüyor. Hayatını dikey değil yatay düzlemde eşya ile kurduğu ilişki üzerinden anlamlandırmış olan kimse yaşadığı menfi olayların etkisiyle daha kolay bir şekilde anlam kaybına uğruyor, depresyona düşüyor. Anlamsızlık krizi kişiyi intihara kadar sürükleyebiliyor.” Akçay’ın ifade ettiği bu durum, insana, kulluk sorumluluğunu yerine getirebilmesi için sunulan maddi imkânların, nimetlerin bu gayeye hizmet eden birer araç iken amaca dönüştürülmesinin yol açtığı hezimeti ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle “olmak”la “sahip olma”nın yer değiştirmesinin göstergesidir tasvir edilen süreç. ruyada-cami-gormekİnsanı kemale, dünya ve ahiret saadetine götüren yolun gaye-i hayatı bilmekten, o gayeye uygun bir yaşam sürmekten, faziletli ve ilkeli olmaktan geçtiği unutulunca maddeye sahip olmak hayatın gayesi hâline geliyor maalesef. Peki, bu eksen kaymasından korunmak, özellikle çocuklarımıza gaye-i hayat bilinci kazandırmak için ne yapmalıyız, sorusunu ise Akçay şöyle cevaplıyor: “Bilgisayarların formatlanması gibi kendimizi zaman zaman güncellemeye ihtiyacımız var. Yola niye çıktığımızı, ne yapmamız gerektiğini ve nereye varmayı hedefediğimizi sorgulamamız, çocuklarımızın da bu soruları sormasını sağlamamız gerekiyor. Modernitenin ve tüketim kültürünün etkisiyle iyi okullarda eğitim, yüksek kazançlı iş, konforlu ev, lüks araba vb. dayatmaların hedef yapılması varoluşu zehirliyor. Bunlara sahip olunsa da tatminsizlik ve mutsuzluk da beraberinde geliyor. Çocukları tefekküre yöneltebilmek, âleme hayret nazarıyla bakabilmelerini sağlamak ebeveynin en önemli sorumluluğudur. Yok iken, Allah tarafından var edildiğini düşündüğünde çocuk öz değerinin farkına varır. Kendisine ve insanlığa hayırlı bir birey, iyi bir kul olabilmek için çalışır.” Akçay’ın da dikkat çektiği gibi evrene, eşyaya salt bir varlık olarak değil Allah’ın isim ve sıfatlarının zuhur ettiği bir mazhar olarak bakabildiğimizde her varlığın bir gaye ve sebep ile yaratıldığını görürüz. İrfan ehlince bu bakış “eserde müessiri görebilmek” olarak nitelendirilmiştir. Kur’an-ı Kerim ibret ve hayret nazarıyla evreni seyreden ve eşyanın hakikatini idrak edenleri; “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde selim akıl sahipleri için ibretler vardır. Onlar ayakta iken, otururken ve yanları üzere yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler.” ifadeleriyle tanımladıktan sonra onların; “Rabbimiz bunu boş yere yaratmadın. Seni noksanlıklardan tenzih ederiz.” (Âl-i İmran, 3/190-191.) ikrarını haber vermektedir. Bu kullar tahkiki imana eren, Allah’ın varlığına ve birliğine görerek, yaşayarak şahitlik edenlerdir. (Âl-i İmran, 3/18.) Hayatın dünyaya bakan yönü doğumla ölüm arasında bir sü- reçten ibaret farz edilirken bu süreç Kur’an’da; “Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.” (Bakara, 2/156.) ayetiyle deruni bir niteliğe bürünmektedir. Gaye-i hayatımız nereden ve niçin geldiğimizin bilinciyle, yaratıldığımıza değer bir hayat yaşayarak Rabbimize dönüşümüzü tamamlayabilmek olmalıdır. Böyle olursa gök kubbede bir hoş seda bırakabilmeyi, ömrümüzün nihayetinde şu ilahî müjdeyi duyan bahtiyar kullar arasına girebilmeyi ümit ederiz: “Ey huzur içinde olan nefs! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! İyi kulları- mın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr, 89/27-30.) Diyanet Aile Dergisi Aralık 2015 Dr. Ülfet GÖRGÜLÜ (Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı)